Akçura, Gökhan: “Yalnız kahraman”. [Yazarlar].
Akçura, Gökhan:
“Yalnız kahraman”. Akşam-lık, 1 Ağustos 2003, 11.sf.
https://acikradyo.com.tr/arsiv-icerigi/celik-gulersoy-yalniz-kahraman
Çelik Gülersoy’la,1984 yazında tanıştık. Neredeyse
20 yıl olmuş. Ben, TÜRSAB’ın (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği) aylık
dergisinin editörlüğü yapıyorum. Çelik Bey ise Turing imparatorluğunun en
görkemli dönemlerini yaşıyor. Yıldız Parkı, Emirgân Parkı dışında Hidiv
Kasrı’nın da restorasyonları bitmiş, Sultanahmet Sokağı ve İstanbul Kitaplığı
inşa ediliyor. Yeşil Ev ‘Europa Nostra’ ödülünü almış (ilk açıldığında adı
Konak’tı) ve yanındaki El Sanatları Çarşısı da tamamlanmak üzere. Turing’in ve
Çelik Gülersoy’un kitapları birbiri ardına yayımlanıyor.
Turizm konulu bir derginin editörlüğünü üstlendiğim
için sık sık Çelik Gülersoy’un da görüşlerini alıyorum. Tartışmalı bir kişiliği
vardı. Düşmanı çoktu. Genel olarak yanına yaklaşmak kolay değil deniyor, en
azından mesafeli bulunuyordu. Önce turizm konusunda yazdıklarını gözden
geçirip, dergi için bir söyleşi yaptım. Kişiliği beni etkiledi. Güçlü bir
karakteri ve sistematik bir yaklaşımı vardı. Öyle dedikleri gibi kibirli filan
da değildi. Ciddi bir adamdı sadece, böyle olmasında da bir mahzur yoktu.
Cesaretlenip dergiye yazıp yazmayacağını sordum. Düşünürüz, dedi. Bir kaç gün
sonra telefon edip yazıyı yazmaya başladığını söyledi.
Konukevi, İstanbul
Müstehzi bir edayla, "Yalnız biraz kritik bir
konu, bilmem yayınlayabilir misin?" diye ekledi… Türkiye’de rehberliğin
tarihi hakkında yazdığı makaleyi kısa süre sonra yolladı. Hemen okudum, tamam
rehberlerin ulusal çıkarlara aykırı davranışlarından, turistleri nasıl
dolandırdıklarından da bahsediyordu. Ama yazıya konu edilen rehberler
Cumhuriyet öncesinin gayrımüslim unsurları. Ayrıca bilgiler de o dönemin
kaynaklarından alınma ve sonuna kadar bilimsel… Hiçbir mahzur görmüyorum
elbette. Yazı TÜRSAB dergisinin Temmuz 1985 tarihli nüshasında yayınlandı. Ve
ortalık birden inanılmaz derecede karıştı. Rehberler, özellikle de Net
Holding’in başındaki Besim Tibuk öfkeyle TÜRSAB’ın yönetim kurulu üyelerini
aradı. Üzerimde ciddi bir baskı hissetmeye başladım. Ben saf saf, hâlâ niye
kızdıklarını anlamıyordum. Bu sektörün içinde değildim aslında, dergilerini
çıkarıyordum sadece. Özür istiyorlardı. Sonuna kadar karşı koydum. Krizi ancak
iki sayı sonra, kapak konusunu “Türkiye’de Rehberlik”e ayırarak atlatabildim.
Çelik Gülersoy’la dostluğumuz işte bu olaydan sonra
başladı. Geri adım atmayışımı, ona “kusura bakmayın ama” demeyişimi beğendi.
Karakter onun için de önemliydi. Turizmin tarihini araştırmak istediğimi
biliyordu, Turing’in arşivlerini tanıttı ve sonuna kadar açtı. Turizm Yıl Sıfır
adlı kitabımın araştırmaları o dönemde başladı. Bir ara Turing dergisini de
çıkardım, ama bundan kısa süre sonra vazgeçtim. Onunla dost kalmanın benim için
daha önemli olduğunu düşündüm ve beni affetmesini istedim. Birlikte çalışmamız
zordu. Zaaflarını da tanımaya başlıyordum artık.
Kötümser bulunurduk
Çelik Gülersoy’un öğle yemekleri, Özal döneminin
politikadan kaçan söyleminin tersine, ayrıntılı politika yapılan bir mekândı.
Bağımsız ama dürüst bir politika. Bilimin ve sağduyunun egemen olduğu bir
bakışla yaklaşılırdı konulara. Daha doğrusu yaklaşırdı demek gerekiyor. Havadan
sudan kısa bir girizgâhtan sonra, kenara koyduğu gazeteleri alır ve sohbetimizin
gündeminin ne olduğunu söylerdi. Bu adeta söyleşili yemeklerde genellikle aynı
cephede yer alırdık. Konulara uzak açıdan bakmayı sever, hemen gözükmeyen
ipuçlarını bir bir ortaya koyar, görüşünü bilimsel verilerle destekleyerek
sunardı. Teşhisleri, ortada duran siyasal manzaranın aslında bir illüzyon
olduğunu açığa çıkarırdı. Giderek havadan sudan konular da gündemin ana
unsurları olmaya başladı. Çevre kirliliği, hormonlu ziraat, küresel ısınma gibi
konular oldukça erken gelmişti bu masaya. Pek çok kişi küreselleşmeye övgüler
düzerken, Çelik Bey muhalefetini oluşturmaya başlamıştı bile. İyiye giden pek
bir şey olmadığı noktasında birleşirdik hep. Kötümser bulunurduk ikimiz de bu
sofrada. Ama iyimser olmak için hiç bir neden çıkmıyordu ki karşımıza…
Turing’in erimesi işte bu yemeklerin yendiği Özal
döneminde başlar. Özellikle Adnan Kahveci’nin çabalarıyla triptik gelirinin
Turing’in elinden alınması kuruma büyük darbe vurdu. Turing küçülmek zorunda
kaldı. Ama küçülmenin bedeli çok ağırdı. Kıdem tazminatlarını ödemek için
Kurum’un ana varlıklarının önemli bölümü satılmak zorunda kalındı. Recep Tayyip
Erdoğan’ın başkan seçilmesinin ardından, İstanbul Belediyesi de sözleşmeleri
iptal ederek, büyük harcama ve çabalarla kullanıma açılan mekânları Turing’in
elinden aldı. Çelik Gülersoy’u giderek daha kötümser ve mutsuz yapan olaylar
böyle başladı.
Soğukçeşme, İstanbul
Çelik Gülersoy’u en etkileyen olaylardan biri de,
Hürriyet gazetesinin İstanbul ekindeki başyazarlığının elinden alınmasıdır.
Bunun nedenlerini çeşitli yerlerde aradı. Turing’in eski dönemlerine dayanan
Eczacıbaşı ile büyük savaşları mı, yoksa basındaki yeni imparatorların
çıkarlarıyla çatışması mı belirleyici olmuştu bu olayda? Bunu hiç bir zaman
bilemedi. Ama hep düşmanlar aradı etrafta, vardı da zaten. Tek başına olmayı
seçtiğinden işi zordu. Başında olduğu kurumda bile yalnızdı aslında. Bilerek
seçilmiş bir yalnızlıktı bu. Hem erdemleri vardı bu yalnızlığın, hem de
kaçınılmaz sonuçları. Yalnız bir kahramandı Gülersoy.
Çelik Gülersoy’un en hassas olduğu konulardan biri
de, yazarlığının arka planda kalmasıydı. Edebiyatçı değildi ama, kendi alanında
usta bir yazardı. Aslında uslûp açısından, eski bir yazı geleneğinin son
temsilcisiydi. Asaf Hâlet Çelebi, Reşat Ekrem Koçu, Nahid Sırrı Örik gibi özünde
bir İstanbul efendisi olan, sohbet eder gibi yazan eski bir gelenekten
geliyordu. Bildiğim kadarıyla gazete yazılarını da dikte ederek yazdırırdı. Bu
nedenle kitaplarında ancak bu eski yazarları tanıyanların anlayacağı bir
anlatım farklılığı vardı. İyi bir araştırmacı, güçlü bir anı yazarıydı.
İstanbul hakkında çalışmak isteyen hiç kimse onun yazdığı onları aşkın
monografiyi atlayamaz. Anılarını da Cumhuriyet döneminin güçlü bir tanıklığı
olarak keyifle okumuştum, ayrıntılara meraklı bir tanıklıktı bu… Kitaplarını
görsel açıdan belgelerle zenginleştirmesi de benim için hep önem taşımıştır.
Eserleri toplanmalı, İstanbul Kitaplığı korunmalı
Yaşamının son dönemlerinde İstanbul’un yokoluş hızı
onu iyice ürküttü. Kendine yeni mekânlar aradı. Zekeriyaköy, Demirciköy, İznik,
Saros… Çılgın kalabalık kendisini her yerde takip ediyordu. Artık yok olmuş
olan sessizliği bir daha bulamadı. Mekânlardan ümidini kesince çocukluğuna
sığındı. Eski günlerine, anılarına. Ama annesinin ölümüyle iyice yıkıldı. Bu
hastalığının da başlangıcı oldu belki de…
Çelik Gülersoy’un ölümüyle artık yeni bir dönem
başlıyor. Kötü bir dönem bu, eski bir sokağın yerini soracağınız, İstanbul
ayazmalarının fotoğraflarını isteyeceğiniz biri olmayacak artık. Çocukluk
anılarını anlatırken aslında çaktırmadan bugünün yanlışlarını gözünüzün önüne
koyan bir dostunuzla sohbet edemeyeceksiniz. Kitaplarınızı keyifle
imzalayacağınız, görüşlerinizi merakla bekleyeceğiniz bu güzel insan yok artık.
İstanbul’da artık daha yalnız olduğumu söylemek zorundayım…
Şimdi önümüzdeki görev onun mirasını korumak. Bence
bu mirasın en kıymetli taşı İstanbul Kitaplığı. Bu kitaplık Çelik Gülersoy’un
adıyla korunmalı ve geliştirilmeli. Çelik Gülersoy’un yazdığı kitaplar bilimsel
olarak tasnif edilerek tek bir dizide toplanmalı. Gazete ve dergilerde kalan
makaleleri elden geçirilerek yayınlanmalı. Giderek elinde daha az taşınmazı
kalan Turing’i de yaşatmak gerekli elbette. Soğukçeşme Sokağı, Yeşil Ev,
Safranbolu, Büyükada Kültür Evi, Bebek Kahvesi gibi yaşayan eserleri korumalı. En
azından onu hatırlamak için gerekli bunlar… Onu hatırlamak bize de iyi gelecek,
bunu unutmamalı…
(Akşamlık’ta yayınlanmıştır.)
Yorumlar
Yorum Gönder