Haşmet Babaoğlu : “Güzel şeylerin arkasındaki bilgi ve emek”. 12.08.2003 [Yazarlar].
Babaoğlu, Haşmet: “Güzel şeylerin arkasındaki bilgi ve emek”. Vatan, 12.08.2003.
Güzel şeylerin arkasındaki bilgi ve emek
Bazı sabahlar içime bir ruh solgunluğu düştüğünde, akşamları eve bitkin ve bezgin geldiğimde eskiden televizyonda müzik kanallarından birini ayarlar, bir süre onlara takılırdım
Bazı sabahlar içime bir ruh solgunluğu düştüğünde, akşamları eve bitkin ve bezgin geldiğimde eskiden televizyonda müzik kanallarından birini ayarlar, bir süre onlara takılırdım.
Bir yıldır filan, böyle ruh hallerimde hemen uzaktan kumandaya uzanıyor ve Digiturk'te Alice kanalını ayarlıyorum.
O reklam görüntüsü bile, hani ıslak taşlara bir kovadan boşaltılan bostan domateslerinin yakın plan çekimi bile içimi açıyor...
Neyse... Geçenlerde şehirlerden uzak bir yerdeki bir İtalyan restoranını tanıtıyorlardı. Yerel lezzetlere odaklanmış, hatta bir yüzyıl öncesinin has yemeklerini de özenle müşterilerine sunan bir aile restoranıydı konu edilen.
Enişte, baldız, hala, yeğen, herkes bir işin ucundan tutmuştu. Kendilerine büyükbabadan miras kalan yıkık dökük bir kır evini restorana çevirmişlerdi ve şimdi çok tutuluyordu. O kadar ki, sınırın ötesindeki Fransa'dan öğle yemeğine gelenler vardı.
Alice'nin sunucusu, aileden orta yaşlı bir hanıma bunu nasıl başardıklarını sordu. Yanıt şöyleydi:
"Okuyarak, çok okuyarak ve çalışarak, çok çalışarak..."
Otantik yemekleriyle tanınan alçakgönüllü bir restoran için "çok okumak" gerektiği fikri akademisyenlerin bile okumaktan sıkıldığı(!) bizim gibi toplumlara garip gelebilir belki. Ama bugün dünyada eski lezzetler, yöre yemekleri deyince "kargadan başka kuş, anneannemin dolmalarından başka yemek tanımam" devri biteli çok oldu.
Okumak gerekiyor yani.
Çok çalışmaya gelince...
Eh, onu anlamamak mümkün mü?. Yine de ekran karşısında ilk önce bana bile tuhaf gelmişti. (Hani böyle havalı biçimde anlatıyorum ya, bakmayın!)
Çünkü iyi, güzel bir şey için hep başka gıllügişli açıklamalar arıyoruz. Öyle alıştık, alıştırıldık. Emeği ve bilgiyi görmezden gelip şipşak başarı getirecek şeyler arıyoruz farkına bile varmadan. (Bu restoranı işleten ailenin belki Cenova'da güçlü bir halkla ilişkilerci dostları vardır. Belki doğrudan Alice kanalından bir torpilleri vardır; iyi bir aşçıyı getirip mutfağın başına koyup, sonra da etrafa "okuduk öğrendik" masalları anlatmayı tercih etmişlerdir, vs...)
Biz geçen ay kaybettiğimiz Çelik Gülersoy'un İstanbul'da yaptığı muazzam işlere de yıllarca biraz böyle baktık. Emeğini ve bilgisini neredeyse görmezden geldik.
"Süslemeci, incik boncukça deyip geçenler oldu bazen. Ama "süslemek" için bile ne çok bilgi ve görgü gerekiyordu, işin o yanını hiç umursamadık.
Toplumsal Tarih dergisinin son sayısında Nezih Başgelen bir liste çıkarmış:
"Çelik Gülersoy'un Yaşamında Kilometre Taşları" diye...
O listeye bakmanızı isterim.
Ta 1959 yılında, daha genç Gülersoy askere gitmeden önce "Tabiatı Koruma" adlı bir broşür (konusunda yabancı kaynaklara dayanan ilk etüt) çıkarmasıyla başlayan upuzun ve dolgun bir hayat serüveni görüyorsunuz orada...
Görüyorsunuz ki, Gülersoy'un imzasını attığı o köşklerin, evlerin, sokakların arka planında yıllara yayılmış sayısız etüt, makale, broşür ve kitap var.
Hep medyada "İstanbul Aşığı" olarak andık rahmetli Gülersoy'u. Bu ifade yerleşti, yayıldı.
Artik bu tür aşkların "sade suya tirit" hevesler olmadığını, taşıdıkları bilgi, görgü ve emek yükünü anlamalıyız.
Çocuklarımıza bunu anlatmalı, aktarmalıyız.
Okurdan
Şu Ortadoğu meselesi
Sayın Babaoğlu, geçen gün gündeme getirdiğiniz Taral Bora'nın "Türkiye için Ortadoğu var mı?" sorusu haklı bir sorudur. Ancak mesele o kadarla bitmiyor.
Kanımca şu sorunun da sorulması gerekliydi? Acaba neden Ebu Tula Mardin, Ömer Hilmi Efendi, Fuat Köprülü, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ö. Lütfü Barkan, Ö. Celal Saraç ve benzerleri gibi aydınları 1980 sonrasında yetiştiremedik?
Sayın Babaoğlu, gerek bilimde gerekse toplum hayatımızdaki 1980 sonrası gerilemeler ürkütücüdür.
Ve sanki gizli bir el bizi sürekli aşağılara çekmektedir. Maalesef bize de bu tuhaf ve hazin satranç oyunlarında sadece seyirci olmak ya da ast-emperyal ilüzyonlar kurmak kalıyor. Acı! (Ş. O.)
Aslında çoğunluk Ortadoğu'yu konuşmaya hevesliyizdir. Orayı hafife almaya, aşağılamaya ve en nihayetinde kendinden soyutlamaya...
Ancak bunu ne zaman yapsak karşımıza dikilen bir gerçek rahatsızlık yaratır:
Biliriz ki, ülkemizin bir parçası tamamen orayla benzerlik gösterir. Yani Türkiye kendisinin bir parçası olan Doğu ve Güneydoğu'yu konuşmaya doğru düzgün yanaşamazken Ortadoğu'yu nasıl konuşsun, söyleyin. (S.)
Üç gün bana müsaade
Galiba yoruldum, galiba "bana bir şeyler oluyor", galiba kafamı dinlemek ve bir süre de sizin "kafanızı ütülememek" istiyorum.
Belki Ege'ye dokunur gelirim, bana iyi gelir. Üç gün bu köşede yokum.
https://www.gazetevatan.com/yazarlar/hasmet-babaoglu/guzel-seylerin-arkasindaki-bilgi-ve-emek-12885
Yorumlar
Yorum Gönder