Emre, Akif: “Rehin alınan ülke”.
Emre, Akif: “Rehin
alınan ülke”. Yeni Şafak, 8 Temmuz 2003, 10.sf.
http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2003/temmuz/08/aemre.html
Rehin alınan
ülke
Amerikan
askerlerinin Irak'ta 11 Türk askerini rehin almasının anlamak için, Mine G
Kırkanat'ın dünkü yazısındaki bir ayrıntı aslında ne türden soruları sormak
zorunda olduğumuzu ihtar ediyor. Önceki gün ölen, İstanbul'daki tarihi ve
kültürel mirasın yeniden hayata kazandırılması için yaptığı çalışmalarıyla tanınan
Çelik Gülersoy'a, bu konularla niçin ilgilendiğini soran yazara verdiği cevap
bir bakıma derin bir korkuyu işaret ediyor. "Bu İstanbul'u, Türklere
bırakmayacaklar... Gelecekler ve geri alacaklar. İşte o zaman, geldiklerinde ve
gördüklerinde, bu Türkler de hepten barbar değilmiş, onlar da bir uygarlık
yaratmış, olanı korudukları da olmuş ve güzel şeyler de yapmışlar, desinler
istiyorum!" Çelik Gülersoy'un yaptıkları tartışılabilir; ancak, belki de
yerli (!) rakiplerini de kastederek bu şehrin elden gideceği endişesiyle
söylediği söz üzerinde durmak gerekir.
İstanbul'un
Türklere bırakılmayacağı yönündeki bu derin endişe, korku sadece Çelik
Gülersoy'a veya onun nesline özgü bir durum, bir ruh hali midir? İstanbul'un
Türklerin elinden çıkacağını düşündürecek türden bizim bilmediğimiz bir siyasi,
askeri hazırlığın bilgisine mi sahipti Gülersoy? Bence hiç biri değil. Ancak
İstanbul'un anlamı, bu şehre biçim ve ruh veren Türklerin aidiyeti ile
İstanbul'a çok daha farklı bir anlam yükleyen dünya arasındaki çelişkinin
farkında olabilmekle mümkün olan bir korkudur bu. İstanbul'a ruh veren
medeniyetin 'öteki'si olanların tarihi niyetlerini hissedebilmek, böyle bir
niyetin varlığından rahatsız olabilmek için İstanbul ve onun iki farklı dünya
için ne anlama geldiği hakkında bilinç sahibi olmayı gerektirir. Bilinç üzre
olmak bilgiyi aşan bir düzleme işaret eder.
İstanbul
bilinci ve Irak
Irak'taki
olayları analiz edebilmek için İstanbul bilincine sahip olmak gerekir.
İstanbul'un farkında olunmadan Bağdat'ta neler döndüğünü, Kudüs'ün neden
kaybedildiğini kavramak mümkün değil. Eğer Türkler hala İstanbul'un sahibi olma
iddialarını sürdüreceklerse, Bağdat'a giren Amerika ile stratejik ittifak
oyununun çoktan bittiğini anlamak zorundalar. Zaten varolduğu söylenen ittifak
da konjönktürel bir durumdan ibaretti ve o dönem biteli epey oldu. Bu süreç
'dondurulmuş tarih'in çözülmesiydi. Bu anlamda Soğuk Savaşın bitmesi 'Tarihin
Sonu' tezini değil, bizim açımızdan dondurulmuş tarih döneminin sonuna işaret
ediyordu.
Atlantik
İttifakı üzerinden ABD ile sürdürülen bu ilişki biçimi İstanbul'un sahipleri
açısından tarih içinde bir parantezden ibarettir. Amerikalıların 11 askeri
rehin almasının sembolik anlamı ne Irak'taki Amerikan generali McKiernan'ın
başına buyruk tavırlarıyla ne de salt yönetimdeki Pentagon-Dışişleri
çelişkisiyle izah edilebilir. Atlantik ötesi stratejik ilişkileri ne pahasına
olursa olsun sürdürmek veya Avrupa Birliği ile gerçekleştirilecek birlik
arasında tarihi bir tercihe zorlanan Türkiye'nin Soğuk Savaş döneminin mantığı
ile, değil bölgede etkin olmayı, varlığını bile sürdürebilmesi mümkün değildir.
Türkiye'de bir yanda reel şartları tümüyle yok sayan protest tavırlar diğer
tarafta alternatif/mümkünleri yok sayan teslimiyetçi politikalar arasında
sıkışmış iki zihniyet çatışması yaşanıyor. Türkiye'nin, özellikle Irak
işgalinden sonra açık biçimde, pratik olarak eski ittifak mantığı ile
geleceğini kuramayacağı açığa çıkmıştır. Bu şablon çökmüş, hatta vehme dönüşen
ittifak ilkeleri açıktan fiziki varlığına zarar vermeye bile başlamıştır.
İlişkilerin boyutu yeniden tanımlanmalıdır.
Avrupa
Birliği ile ABD stratejik ittifakı birbirinin alternatifi değildir. Amerika
daha pragmatist davranarak küresel hegomonyasının önünde engel gördüğü her şeyi
yıkmaktan çekinmemektedir. AB rekabet şartlarından faydalanarak ABD boşluğunu
doldurarak bölgeye sızmak istemektedir.
Oysa bir
medeniyet projesi olarak AB'ye Türkiye'nin teslim olurcasına dahil olması,
tarihi perspektiften bakıldığında kendini iptal etmesidir. Sanılanın aksine
Türkiye'nin önündeki temel sorun AB'ye girmeyi başarmak değil AB'ye
direnmesinin mümkün olup olmadığıdır. Türkiye, ilişkinin biçimini sonra
belirlenecek de olsa bugünkü şartlarda AB'ye zorlanmaktadır. Ki bu ayrı bir
yazı konusu.
Aslında her
iki ilişki bağlamında da Türkler, İstanbul'a sahip olup olmamak sınavı ile
karşı karşıyadır.
Yorumlar
Yorum Gönder