İstanbul âşığını yitirdi.

 

İstanbul âşığını yitirdi. Cumhuriyet. 7.7.2003.

https://v3.arkitera.com/v1/haberler/2003/07/07/celikgulersoy3.htm

Kente duyduğu büyük sevgi ve kent için yaptıklarıyla tanınmasına karşın, kendini İstanbul değil Türkiye sevdalısı olarak gören yazarımız Çelik Gülersoy, onarımını üstlendiği Büyükada'daki Fabiato Köşkü'nde rahatsızlandı. Çelik Gülersoy, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.

Türkiye sevdalısı, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı, gazetemiz yazarı Çelik Gülersoy' u (73) dün kaybettik. Yaşadığı kente sorumluluk duyarak onarımını üstlendiği eserlerden birinde, Büyükada'daki Fabiato Köşkü'nde rahatsızlandı ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Gülersoy'la 20 Haziran günü harabeden dönüştürdüğü Konukevi Oteli'nde yaptığımız bu röportajı gündemin yoğunluğu nedeniyle ne yazık ki ölümünden sonra yayımlıyoruz.

''Beton üzerine reçel döktük'' dediği İstanbul'un en güzel bahçelerinden birinde yaptığımız söyleşide, yok olmaktan kurtardığı ve kente armağan ettiği 'Köşkler' in elinden alınarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı BELTUR'a verilmesinden söz etmek istemedi. Özverili çalışmaları için ''Mantıklı bir açıklaması yok'' diyordu ve ''Bu bir delilik'' diye nitelendiriyordu.

Toplum henüz yaptıklarını anlamaya hazır olmadığı için kaybetmeye mahkûmdu, çünkü ''İstanbullu henüz kentine sahip çıkmıyordu'' .

İstanbul'da çarpık kentleşmenin nedenlerini ve sonuçlarını değerlendirip anılarını da şöyle aktardı: ''Nüfusu artacak ama onlara hiçbir geçim kapısı açmayacaksınız. Kendi kaderine bırakacaksınız. Çamlıca'yı restore ettiğimizde bazı sosyetik hanımlar 'Çok güzel, ama satıcılara bir çare bulmadınız' demişlerdi. Ben de onları şöyle bir çevirip aşağıda Ümraniye'yi gösterdim. 'Siz oralara bir çare bulun, biz de bunlara çözüm getirelim' dedim. İşsiz üreten, şekilsiz, disiplinsiz, başı sonu belli olmayan yerleşim yerleri var.''

Vefa'nındır booozaam...

Çelik Gülersoy, adını ''Sokaktan Kaybolan Sesler'' koymayı düşündüğü eski İstanbul'un seyyar satıcıları üzerine bir kitap hazırlıyordu. Dünün gezgin satıcıları ile bugünküleri kıyasladığı kitabı anlatırken bozacının tekerlemesini de seslendirdi. Günümüzün ve dünün seyyar satıcıları şöyleydi: ''En büyük fark onlar kendi üretimlerini satıyorlardı. Özel yoğurdu toprak kâsede satan yoğurtçumuz akşamları çıkardı. Kendi yapımı şekerleri başının üstüne koyduğu büyük cam kavanozda satan şekercimiz vardı. Yüzyıllar boyunca böyleydi. İkinci özelliği, her il belli bir üründe uzmanlaşmıştı. Safranbolulular lokum satardı mesela. Onlar kendi vilayetlerinde dedelerinden bunları öğreniyorlar, sonra en büyük geçim kapısı olan 'Payitahta' gelip sanatlarını icra ediyorlar. Üçüncüsü İstanbul'un motiflerinden biri haline gelmiş, belli bir müzikaliteleri vardı. Bir tanesi hâlâ kulağımda 'Vefa'nındır booozam'... Şimdi herkes sokakta, ne olduğunu bilmeden herkes her şeyi satıyor.''

İstanbul âşığı Gülersoy'a eskiyi korurken gelişmenin önünü nasıl tıkamayacağımızı sormuştuk. ''Büyüyen her şehir eski değerlerini yok eder'' diye başladı ve şöyle devam etti: ''Bütün mesele gidenin yerine gelenin kalitesinde. Avrupa'nın büyük kentleri 100-150 yıl önce bu süreçten geçmişler. Eski Paris yüzde 90 oranında yok olmuş, yüzde 10 oranında korunmuş. 1850'lerden söz ediyorum. İstanbul'da bir sel geldi, eskiyi götürdü. Fakat yerinde çok kötü bir yığıntı bıraktı. İstanbul'da bugün beş on tane cami dışında dünyaya sunabileceğimiz 'Bak işte bu şehrin karakteristiğidir' diyebileceğimiz bir eser yok.''

Yeni kazıklı yollar

İstanbul'un nüfusunu bugün hiç kimsenin bilemeyeceğini, 1960'lardaki göçle kentin dengesini kaybettiğini ve yöneticilerin çaresiz kaldığını dile getiren Gülersoy'un İstanbul'un imar tarihiyle ilgili Osmanlı döneminden başlayarak verdiği detaylı bilgiyi biz özetleyerek aktarıyoruz: ''İstanbul, Cumhuriyet tarihinde 3 büyük imar operasyonu geçirdi. 1939-45 Lütfi Kırdar dönemi, sonra 1956-1959 Adnan Menderes' in dönemi ve üçüncüsü Bedrettin Dalan dönemidir. Kırdar'ı mazur görüyorum, çünkü şehrin patlayacağına dair hiçbir belirti yoktu. Menderes'in o mazereti yoktu. Çünkü hem patlamaları kendisi hazırladı. Zaten patlamış bir şehir devralan Dalan, kazıklı yollar gibi İstanbul'un doğasına, tarihine, sanatına ters çözümlere gitti. Bu şehir ya Dolmabahçe Sarayı'nın önünden kazıklı yol geçirmek zorunda kalacak ya da arkasından çift yol geçirecek. İkisi de sarayı mahvedecek. Ben ölü bir şehir kalsın demiyorum, ama kendi ölçüleri içinde yaşayan bir kültür şehri istiyorum.''

Soğukçeşme Sokağı

Gülersoy, Ayasofya ile Topkapı Sarayı arasında uzanan dar yoldaki çirkin beton kulübelere ''bir sihirli değnek'' gibi dokunarak ''Soğukçeşme Sokağı'' nı yarattı. Beton viranelerle dolu daracık yolu, İstanbul'un içinden trafik geçmeyen, manolyalar, hanımelilerle süslü, bir apartman içermeyen tek sokağı haline getirdi.

İstanbul'un güzellikleri

Sultanahmet'teki Konukevi'nin bahçesinde mis kokulu ağaçlar altındaki sohbetimiz sırasında çevreyi kuşatan binaların çirkinliğini işaret edip şöyle konuştu: ''İstanbul, çarpık bir beton deniziyle çevrilmiş güzellikler yaşatıyor. Adacıklar ama etrafını çeviren deniz çok sağlıksız, dünyanın en kötü ve sağlıksız betonu yığılmış. Bütün dünya uzmanlarının üzerinde birlik olduğu deprem tehlikesini 1985'te ilk kez ben hatırlatmıştım. O deprem günlerine kalmak istemiyorum.''

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ''Kentim İstanbul'' projesinden çekilme nedenini de şöyle anlatmıştı: ''Bunun bu kadar kolay bir iş olmadığını düşündüm. Bir şehirli olmak toplantıyla, duvara afiş asarak olacak şey değil. Eski İstanbullular imtiyaz sahibi olduklarını sanıyorlar. En fazla 5 göbek İstanbulludur. Vaniköy, Vanlı Mehmet Efendi' nin köyüdür. Eskiden şehirde oturanlar çoğunluktaydı, yeni gelenler azınlıktaydı, eriyorlardı.''

Restorasyonunu ve yeniden düzenlenmesini üstlendiği Yıldız Parkı'ndaki köşkler, Çamlıca Tepesi, Hıdiv Kasrı'nın işletmesinin BELTUR'a verilmesi hakkında hiç konuşmasa da Gülersoy'u ne kadar çok kırdığı belliydi. Emeğini akıttığı İstanbul'un incilerini içi burkularak anlattı: ''Kariye'de yerleri satmak zorunda kaldık. Bizimki çılgın bir fedakârlık örneği. Gerek elimizdeki bütün parayı harcayarak, gerek hayatımızı ortaya koyarak o şeylere erişmek istedik. Yıldız Parkı'na genç kızlar gidemezdi. Biz bu pis lekeyi de sildik. Belediyenin 40 yılda yapmadığını biz 15 kişiyle 5 yılda yaptık. Deliler gibi çalıştık. Eski haline dönmesi sosyolojik olarak kaçınılmaz. Belediyeyle mukavelemiz Aytekin Kotil döneminde 20 yıllığına imzalandı. Askerler 1980'de gelip 10 yıla indirdi. Recep Tayyip Erdoğan başkan olduğunda mukavelenin süresi bitmişti. Türkiye'de o kadar haksızlık ki orta da bırakılışımız. Yıldız Parkı'na Abdülhamit' ten sonra oraya en fazla altını biz döktük. Yıldız Parkı'na yönelik genel bir kültür görevi diye, şehre karşı sorumluluk diye girdik. Tek başıma senelerce bir oyun oynadım, sonra da tuttuk kenara atıldık. Hıdiv Kasrı dünyada bir şöhret oldu, ama Türk halkıyla arasında bu bağ kurulamadı.''

İstanbul sevdası

Gülersoy, İstanbul sevdalısı tanımımızı beğenmeyerek ''Türkiye sevdalısı'' diye düzeltti. Yanında çalışan Tuncelili bir işçinin gösterdiği Munzur Dağı fotoğrafından etkilenerek geliştirdiği projeyi şöyle anlattı: ''Amacımız zengin İstanbullulara hakiki bal yedirmek değil, yoksul köylülere kaynak aktarmak.'' Munzur fotoğraflarını gösterirken yazdığı şiiri okudu: ''Dağda silah sussun/Yücelerden billur sular dökülsün/Bin renkli çiçekler, yerleri örtsün/Arı vızıldasın, yel uğuldasın/İçimize essin, güven rüzgârı/Yüzümüzden aksın, sevinç yaşları/Tanrı emaneti bu eşsiz doğa/Bu cennet ülke, bu vatan bizim...''

Cumhuriyet

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çelik Gülersoy’un Vefatından sonra hakkında yayınlananlar (6.7.2003 - )

Köpüklü, Mehmet: “Çelik Gülersoy'un mirası mahkemelik”.