Kırıkkanat, Mine G.: “Bu kent Türklere kalmaz”. [Yazarlar]

 

Kırıkkanat, Mine G.: “Bu kent Türklere kalmaz”. Radikal, 7 Temmuz 2003.

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/mine-g-kirikkanat/bu-kent-turklere-kalmaz-675280/

 

MİNE G. KIRIKKANAT

Bu kent Türklere kalmaz

07/07/2003A+ A-

Çelik Gülersoy'a bir melek tanıştırdı beni: Nurullah Berk. Hayatımın ilk zor döneminden geçiyordum. Kirasını ödeyemediğim bir apartmanın beşinci katında oturuyor, bazen aşağıya, her şeyi bitirmek isteğiyle bakıyordum.

Nurullah Berk, elimden tutup Şişli'deki Turing kurumuna götürdü. Çelik Gülersoy'un ağzından girmiş burnundan çıkmış ve beni işe almaya razı etmişti. Nurullah bey, "Hayatımda rastladığım en zarif ve kadirşinas insan" derdi, çok severdi Çelik beyi. Çünkü Gülersoy, kendisini de çevirmen olarak çalıştırıyordu Turing kurumunda.

Nurullah Berk, Türkiye'nin en iyi ressamlarından olmasına karşın, resim kaça satılır, para nedir, nasıl istenir, bilmezdi. Verilmeyince de almaz ve iki yakasını bir araya getirmek için ömrü boyunca, mükemmel yazarlığını, çevirmenliğini kullandı. Çelik Gülersoy, ona da istemeden hakkını veren ilk işveren olmuş ve Nurullah Berk'in elinden tutarken, ortak kültür tarihine armağan ettiği İstanbul Kitaplığı'nın Fransızca

eserlerini Nurullah Berk'in enfes diliyle Türkçeye kazandırmıştır.

Tek amaç: Tarih kültürü

Çelik Gülersoy'un yanında, kültür ve sanat bölümü şefi olarak işe başladım. Şeflik falan yoktu, kurumda tek bir otorite vardı, Çelik Gülersoy ve Çelik Gülersoy'un da hizmet ettiği tek bir amaç: Tarih kültürü.

Turing Klüp öyle para basıyordu ki, iş çevirmek isteyen pek çok para meraklısı yönetimi ele geçirmek için Çelik Gülersoy'la uğraşıyor, mahkemeler, hakaretler, şantajlar birbirini izliyor, ancak bu müstesna kültür adamı, tek kuruşunu kendi çıkarına kullanmadığı kurumun gerektirdiği tüm 'yan' işleri de eksiksiz yerine getirdiği için, bir şey yapamıyorlardı.

Oysa Turing kurumunun olanaklarıyla köşkler, saraylar onarılıyor, çürümeye, yıkıma terk edilmiş bir tarih, İstanbul'a birbirinden güzel mekânlar olarak geri dönüyordu. Benim bulunduğum dönemde, Karacaahmet Mezarlığı, Kariye Camii ve çevre düzenlemesi yapılıyordu, ayrıca her hafta kültür konulu sinema gösterileri ve konferanslarımız vardı. Yarım gün çalışıyordum, ama Çelik Gülersoy'un peşinde, bazen gece yarılarına kadar.

Karacaahmet Mezarlığı'ndaki restorasyon çalışmalarını denetlediğimiz bir gece, Şişli'deki Turing binasında, Çelik beyin odasına yığıldık. Çelik Gülersoy, kimseyle laubali olmazdı. Kendisini zorlamadan otoriter, saygı uyandıran bir insandı, konuşmadan konuşulmazdı. Ama o gece, dayanamayıp, bunca bürokratik engele ve rakiplerinin, hasımlarının (Eczacıbaşı) saldırılarına göğüs germek, attığı her adımda hesap vermek pahasına niçin tarihi diriltmeye çalıştığını sordum. Yanıtı ilginçti:

"Bu İstanbul'u, Türklere bırakmayacaklar Mine hanım. Gelecekler ve geri alacaklar. İşte o zaman, geldiklerinde ve gördüklerinde, bu Türkler de hepten barbar değilmiş, onlar da bir uygarlık yaratmış, olanı korudukları da olmuş ve güzel şeyler de yapmışlar, desinler istiyorum!"

Bir an sustu, sonra: "Reenkarnasyona inanır mısınız?" diye sordu. Ne diyeceğini bilemedim, ama nedense güvenmişti, devam etti: "Ben Karacaahmet Mezarlığı'nda yattığıma inanıyorum. Bundan önceki bedenim, oraya gömülü benim!"

Hangi mezar, kim olabileceğini sordum. Bilmiyordu. Başka kimseye söyledi mi bu inancını bilmiyorum. Ama o dönemde, hasımlarının kullanmasını istemediğim bu sırrını ben sakladım Çelik Gülersoy'un.

Umarım Karacaahmet Mezarlığı'na gömülür. Vasiyetinin böyle olduğuna eminim. Işıklar içinde uyuyun, toprağınız tarih olsun Çelik bey. Sizinle geçirdiğim iki yılı anlatmaya bu satırlar yetmez. Acı ve tatlı yanlarıyla, tekrar döneceğim size. Hem de uzun uzun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülersoy kimdir? 07.07.2003 -

Köpüklü, Mehmet: “Çelik Gülersoy'un mirası mahkemelik”.