Murat Bardakçı : Zevkler ve renkler bal gibi tartışılır! 13.07.2015 - 08:54.

 


Geçen hafta Rıza Sarraf’ın yalılarının restorasyonundan bahsettim, yasal yükümlülükler yerine getirilmediği takdirde cezaî müeyyidelerin uygulanmasının şart olduğunu ama “binanın eskisi gibi, aynen yapılması” kuralına bağlı kalınmamasını, bina eski halinden daha güzel bir şekil almış ise dokunulmaması ve “yıkım” yetkisinin bir öç alma yahut ceza vasıtası olarak kullanılmaması gerektiğini yazdım.

Vay efendim, sen misin böyle diyen! Sarraf’ı savunmamın ardında mutlaka bir sebep varmış da, zevkler tartışılır mı imiş de, İstanbul eski binaların tahribine işte böyle göz yumanlar yüzünden perişan olup gitmişmiş de, şehir bu yüzden çirkinleşmişmiş de, vesaire, vesaire...

Bir yazının tamamını okumaya zahmet buyurmadan ahkâm kesip hakaretler yağdırmaya meraklı olanların “sosyal medya” denen tatmin alanlarında aleyhimde akıllarına eseni söyleyeceklerini tahmin ettiğim için “Sarraf’ın yüzünü bir defa olsun görmedim, müşterek tek bir dostumuz bile yoktur” diye yazmıştım ama varak-ı mihr ü vefâyı kim okur, kim dinler?

ÇELİK BEY’İN RENK CEDVELİ

Önce şu “zevkler ve renkler tartışılmaz!” teranesinden söz edeyim:

Zevkler ve renkler tartışılır beyler, bal gibi tartışılır! Lâcivert bir ceketin altına grinin tonlarında pantolon giyenler ile yine lâcivert bir ceketin altına kahverengi pantolon geçirenin zevki arasında büyük, çok büyük fark vardır; gri giyen zevkli, laciverdin altında kahverengi ile dolaşan da zevksizdir!

Zevklerin ve renklerin tartışılabileceğine benim gibi inanmış olan rahmetli Çelik Gülersoy’un bundan seneler önce renk uyumunu öğretebilmek için hazırlayıp etrafa sevabına dağıttığı ve bir cedvel vardı... “Tartışılmaz” diyenler bu cedveli bir yerlerden bulabildikleri takdirde hem “tartışılabileceğini” görür, hem de birşeyler öğrenebilirler...

“İstanbul’un eskiden çok güzel olduğu” iddiası ise, artık gereksiz bir hayaldir!

Şehir, vakti zamanında uzaktan bakıldığında gerçi güzel ve pitoresk görünürdü ama dışı başka, içi başka idi. Doğru dürüst yolu yoktu, suları akmazdı, elektriği hemen her an kesilirdi, velhasıl o senelerin İstanbul’unda yaşamak dertti! O günleri bilmeyenlerin şimdi “Eski İstanbul ne güzelmiş, ahşap evler nasıl da hoşmuş, hepsini yıktırıp şehri böyle berbad etmişiz” diye nostalji krizine kapılmalarına bakmayın; o günleri hayatını o evlerde geçirmiş olanlara sorun...

Benim çocukluğum, İstanbul’un göbeğinde üç katlı koskoca bir ahşap evde geçti. Salon desen devâsâ, odalar da hani “at koştur” derler ya, işte öyle geniş idi. Üç tekerlekli bisikletimle salonda bir uçtan diğerine pedal çevirirdim.

Hele manzara! O senelerde apartman diktirme modası pek yayılmamış olduğu ve ev de hafif yüksekte kaldığı için, deniz-derya ayak altında idi...

DERTLERİ BİR DE BANA SORUN...

Ama, İstanbul’un şimdi hasreti çekilen öyle bir evinde yaşamanın nasıl bir dert olduğunu, hayatını o mekânlarda geçirmiş olanlara, meselâ bana sorun!

Her an, bir problem çıkardı! “Kış” demek, zaten “azap” demekti, binanın dört bir yanı akar, fırtınada kiremitler uçar, hattâ çatı bile yerinden oynar, sobanın dumanı odaları basar, yaz geldiğinde bodrumu ve zemin katı çıyanlar basar, süt kaynatıldığında mutlaka teşrif buyuran yılanlar kovalanır ama alaturka tuvaletlerde kaybolurlardı...

Evlerin asıl sahipleri ve sâkinleri zaten biz değildik, farelerdi!

Peki, ahşap evleri bir hâle-yola koymak mümkün değil miydi? Tabii ki mümkündü, bu iş için lâzım olan bol para nerdeeee?

Ahşap binalarını yıktırıp yerlerine dikilen kutu gibi apartmanlara geçenler bütün bu dertlerden kurtuldukları için memnundular ve şükrediyorlardı...

Bugünün İstanbul’unun eskisi ile mukayesesi yapılırken, değerlendirme “güzellik” ve “kolaylık” kavramları gözönünde bulundurularak yapılmalıdır: Eski İstanbul görüntü bakımından şimdikine nazaran daha şairâne ve daha zarifti ama yaşaması zor bir şehirdi; şimdinin İstanbul’u ise eskisine göre zarif değil ama günlük hayat artık daha kolay...

Ve, hiç unutmamamız gereken bir husus:

Şimdilerde şehrin estetiğini yahut bilmemnesini muhafaza iddiası ile hemen her projeye karşı çıkan, “Yaptırmayız, ettirmeyiz!” diye dâvâ üstüne dâvâ açan Mimarlar Odası var ya...

Şehri estetik bakımından bu hâle getiren bütün projelerin altında o Oda’nın üyelerinden birinin yahut birkaçının imzası vardır; yani görüntü kirliliğinin tek sorumlusu, Mimarlar Odası’nın bizzat kendisidir!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çelik Gülersoy’un Vefatından sonra hakkında yayınlananlar (6.7.2003 - )

Köpüklü, Mehmet: “Çelik Gülersoy'un mirası mahkemelik”.