Selim İleri: Yaşadığım ve okuduğum Beyoğlu.. 26.04.2008
Selim İleri: Yaşadığım ve okuduğum Beyoğlu.. 26.04.2008
“Yaşadığım Beyoğlu’nu edebiyata geçmiş geniş
yelpazesinden görür gibiyim. Sözgelimi, yenilikçi, öncü Küçük Sahne’nin hemen
karşısında varyete üslûplu Ses Tiyatrosu. Lokumların, akide şekerlerinin,
çiftekavrulmuşların imparatorluğu Hacı Bekir’le aynı sırada pastalı, gatolu,
pandispanyalı Tilla Pastanesi. Tezatlar yumağı değil, ayrı ayrı tatları
çıkarılacak çeşit bereketi.
Edebiyatımıza
İntermezzo’yu ve Asmalımesçit 74’ü kazandırmış Fikret Adil’den edebiyat
tarihlerimiz pek söz açmaz. Bu iki yapıta Garden Bar’ın serüvenini de
ekleyerek, Fikret Adil’i günümüzün okurlarına İletişim Yayınları yeniden
kazandırmak istedi. İlgi devşirdi mi, bilmiyorum.
Oysa onun
eserleri büyük sahicilikler taşır. Romana ve öyküye handiyse musallat olmuş,
kendini yazarken bir başkası gibi görünme saplantısını kapının önüne ilk koyanlardandır
Fikret Adil. Özellikle İntermezzo, bir roman kurgusunda, bir uzun öykü
kurgusunda, fakat doğrudan doğruya ‘yaşanmış’ın izinde yol alır.
Asmalımesçit 74’e
gelince, onda bir anı-roman havası eser. Bütün kişileri adlı adınca anılmıştır.
Fikret Adil de, bohem hayatın ortasında, anlatıcı kimliğinde görünür. En uçtaki
yaşantılar, anlatıcının söyleminde acılar, duyarlıklar, hüzünler, ruh
çılgınlıkları edinir.
Mekân hemen hep
Beyoğlu ve çevresidir. Gerçi Boğaziçi de karşımıza çıkar ama, bir iki sahnede,
gezintilerde. Beyoğlu’nda sanatkârlarla, yazarçizerlerle, ressamlarla,
serserilerle, yoldan çıkmışlarla yüz yüze geliriz. Düşünüyorum da, Asmalımesçit
74’ü okumasaydım, Hale Asaf’ın alabildiğine Batılı olmak isterken, gönlünde
Doğulu kalışını, ikilemli, biraz hırçın, bir hayli içli dünyasını nasıl
hissedecektim…
Fikret Adil’e bir
‘Beyoğlu yazarı’ diyebiliriz. Beyoğlu’ndan esinlenmiş başka yazarlarımız ve
şairlerimizle birlikte, o da, Beyoğlu’nu tarihi içinde yaşatıyor bugün.
Meselâ,
Asmalımesçit 74’le Salon Köşelerinde’yi yan yana okuyabilirsiniz, Beyoğlu’nda
tarihî bir gezintiye çıkmak isterseniz. Salon Köşelerinde, Safveti Ziya’nın
1910 tarihinde yayımlanmış romanı. Beyoğlu’nun sosyete hayatını, levantenlerin
dünyasını, Pera Palas balolarını anlatıyor. Öyle pek ahım şahım bir roman değil
ama, belgesel tadına diyecek yok.
Safveti Ziya’da
alafranga, aristokrat görünümüyle çizilmiş Beyoğlu, hepi topu yirmi yıl sonra,
İntermezzo’da ve Asmalımesçit 74’te büsbütün bohem bir görünüm edinir.
1950’lerin ortasında tanıdığım Beyoğlu ise, tam anlamıyla, olumlu olumsuz
anlamlarıyla kozmopolit bir ortamdı. Demek, aziz dostum Çelik Gülersoy’un
söylediği gibi, bir değil birçok Beyoğlu var. Birçok Beyoğlu hep iç içe. Geçen
zaman birtakım değişimlere yol açsa bile, o ‘birçok’ Beyoğlu varlığını korumuş…
İstanbul için
Beyoğlu semtinin özel bir anlam taşıdığını ileri sürebilir miyiz? Geçmişten
günümüze uzanan, güncelliğini her dönemde koruyabilmiş bir anlam.
Beyoğlu, modern
edebiyatımızda düzyazı yaygınlaşır yaygınlaşmaz, birçok eserin sayfalarında yer
almış, dile getirilmek istenen mekânlar arasında baş köşeye oturmuş.
Güzellikleri, çirkinlikleri, baştan çıkarışları, özendirişleri,
kaygılandırışları sayılıp dökülmüş. Yani yine birçok Beyoğlu beliriyor.
Servet-i Fünûn romancıları
orada Batı dünyasının ikinci, üçüncü sınıf şarkıcılarını, tiyatro, opera
truplarını hayranlıkla izlediler. Sonra yazdılar. Aşk-ı Memnu’un Behlûl’ü kafe
şantan yıldızlarıyla flört etti. Aşk-ı Memnu’dan bir iki yıl önce, Maî ve
Siyah’ta, Ahmed Cemil Tepebaşı Bahçesi’nde gelecek güzel zamanın hayallerini
kurmuştu. Mehmed Rauf’un romanlarında Beyoğlu, Pera Palas ve dansla anıldı.
Dans etmek başlı başına bir erdemdi neredeyse.
Halid Ziya
anılarında Mehmed Rauf’a hiç de şefkatle yaklaşmamıştır. Onun klasik Batı
müziğine, hele operaya tutkusunu özentiden ibaret sayar. Beyoğlu, kim bilir,
bazan özentilere de yol açabilir.
Yakup Kadri
Beyoğlu’ndan Seniha’nın büyük mutsuzluğuna yol açacak israf dünyasını
alımlıyordu. Gerçi Kiralık Konak’ta Beyoğlu bir odak semt değildir, kıyısından
köşesinden sızar romana.
Gençliğimiz,
Sözde Kızlar, hele Bir Tereddütün Romanı, Fatih-Harbiye Beyoğlu dünyasından
ürktü. Peyami Safa bu uğrakta mânevî çöküşün izini sürüyordu. Aynı Peyami Safa,
yukarıda andığım Asmalımesçit 74’te, bir anı-romanın kişisi olarak, ala ala hey
bohem hayatın tam ortasındaydı. İlginç bilmece...
Refik Halid’in
Anahtar romanı, yazarının barışçıl yaradılışından olsa gerek, Beyoğlu’na
günahkâr semt damgasını vurmuyordu. Tam tersine, Beyoğlu sevimli gezintiler
yöresiydi. Yaşadığım, çocukluğumda kalmış Beyoğlu’nu ben de öyle hatırlıyorum.
Dükkânları, mağazaları, pasajları, pastaneleri, çiçekevlerini. Benimkine, Ziya
Osman Saba’nın "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi" daima eşlik ediyor.
Abdülhak Şinasi,
Fahim Bey’le tanıştığı Degüstasyon’a uğrarken iyimserdi. Bir ‘ilençler beldesi’
anlatmıyordu.
Safiye Erol’da iz
sürün; çiçekçiler, kumaşçılar, düğmeciler, şekerlemeciler, hepsi renkli bir
şeyler söyler. Bu canlı renkler göz kamaştırır.
Sait Faik, bence,
en gerçekçi Beyoğlu yazarıdır. Yargılamaz, kutsamaz. Sadece anlatır.
Anlattıklarında acı, sevinç, şiir birbirine karışır. Günümüzde bu anlatışı
Sevinç Çokum temsil ediyor. Çokum’un son romanındaki Beyoğlu ve çevresi beni
çok etkiledi.
Orhan Veli’nin
dizelerini unutmadım:
"Kim görmüş,
ama kim,
Eleni’yi
öptüğümü,
Yüksekkaldırım’da,
güpegündüz?"
Tanpınar, Beş
Şehir’den sonra kendisinin çıkardığı bir Beyoğlu paragrafında -epey uzun bir
paragraf- bazı endişelerini saptar: Bütün alacalı görünümü bir yana, Beyoğlu hayatımıza
yabancı kalmıştır. Samiha Ayverdi de aynı kanıdadır. Birçok Beyoğlu olduğu
gibi, yazarlarımızın da farklı Beyoğlu’ları var. Hepsi duyuş ve düşüncemizin
zenginlikleri.
Şunu
söyleyebilirim: Beyoğlu, İstanbul’da yaşamayanlar için de bir rüya yöresiydi.
Kıbrıs’tan gelen amcalarım, yengelerim ille Beyoğlu’na çıkmak isterlerdi. Gece
hayatı, gazinolar, yanı başlarında tiyatro, konser, sinemalar; herhalde gönül
çeliyordu.
Yaşadığım
Beyoğlu’nu edebiyata geçmiş geniş yelpazesinden görür gibiyim. Sözgelimi,
yenilikçi, öncü Küçük Sahne’nin hemen karşısında varyete üslûplu Ses Tiyatrosu.
(Ses Tiyatrosu’nun revülü müzikli oyunlarına götürülmezdik. Aklım orada
kalırdı.) Lokumların, akide şekerlerinin, çiftekavrulmuşların imparatorluğu
Hacı Bekir’le aynı sırada pastalı, gatolu, pandispanyalı Tilla Pastanesi.
Tezatlar yumağı değil, ayrı ayrı tatları çıkarılacak çeşit bereketi.
Tokatlıyan son
günlerini yaşıyordu. Tozarmış bordo kadife perdelerini hatırlarım. Yoksa bordo,
vişneçürüğü değil miydi? Ama kadifeydi, geçmiş bir görkemden konuşuyordu,
tozarmış, eprimiş…
Çelik Gülersoy,
Beyoğlu’nda Gezerken’de "Komedi Tiyatrosu"nu anlatır. Ben, Yeni
Komedi’yi hatırlıyorum, Emek Sineması’nın bitişindeki. Gülersoy’u okuyuncaya
kadar, geçmişte bir başka Komedi Tiyatrosu olduğunu ve bu ikincisine bu yüzden
Yeni Komedi dendiğini bilmiyordum.
Çelik Bey,
ilkinde, orada seyretmiş Cevat Fehmi Başkut’un Paydos piyesini, üstelik iki
kez: "Hilekâr satıcı, eyyamcı bürokrat ve politikacı tiplerine karşı
idealist öğretmenin savaşını, gözlerimiz yaşararak, dakikalarca
alkışlıyorduk."
Aziz dostumun
gözleri yaşarmış. Ben, Yeni Komedi’de Paydos’u Vasfi Rıza’dan seyrederken,
hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. O geceyi unutamam. İlk Komedi Tiyatrosu, 1956’da,
Menderes’in imar hareketi sırasında yok olup gitmiş. Yeni Komedi uzun yıllardan
beri kapalı. İçersi yıkık mı? Ne oldu? Merak ederim. Beyoğlu’nun en güzel
tiyatrolarından biriydi.
Zaman geçip
gidiyor. Çiçek Pasajı’nın ünlü akordeoncusu Madam Anahit, Faruk Cimok’un bir
resminde görünüyor artık sadece.”
https://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/70232-yasadigim-ve-okudugum-beyoglu
Yorumlar
Yorum Gönder